Size, hayat dersi verecek kadar küstah değilim ama sadece bir tek öneride bulunacağım (önerimi beğenmezseniz, bana iade edebilirsiniz):
Özgürleşin. Özgürleşmek için şartlar olgunlaşmıyorsa; o şartları, minik bir saksıya ekin ve filizlenmesine yardımcı olun.
Onurlu, gururlu ve özgür bir hayatınız olsun.
Şimdilik bu kadar yeter.
Yazar: YazarKafa
İlahi Adalet, Kedileri Teğet Geçer
Önceki mektubumda, affetmek ve dosyayı kapatmaktan bahsetmiştim ya hani? Bu mektubumda ise bu sürecin sonrasında ne yapabilirsin, onu konuşalım diyorum. Sen ne dersin?
Peki. Anlaştık. Hadi, kahvelerimizi alalım o zaman.
Şimdi sen önce kendini, sonra seni üzen/sinirlendiren herkesi affettin, gerekli dersleri aldın ve bazı kararları uygulamaya geçirdin, öyle değil mi? Harika!
Şimdi sırada “beklemek” var. Yok… Bahsettiğim, pusuya yatıp “Şimdi görelim bakalım, tüm bu kötülükleri nasıl ödeyeceksin?” diyerek beklemen değil. Senden, daha iyi bir insan olmayı sabırla beklemeni istiyorum. Pusuya yatmak, düşmanca tavırlar geliştirmene zemin hazırlar. Oysa tüm bunları, ilahi adalete teslim etmek ve unutmak, en iyisidir. Evet, kesinlikle unutmalısın. Seni temin ederim ki unutmazsan, geçmişte takılı kalacaksın. Sen, sadece kendi yoluna odaklanmalı, ruhsal gelişimini tamamlamayı seçmelisin. “Onun hak ettiği şey, cezalandırılmak… Ben affedeyim, tamam ama Allah affetmez.” dediğini duyar gibiyim. Bu cümleyi ve benzerlerini, hemen şimdi hafızandan silmelisin. Bana güven, lütfen: İnançlı olma ya da inançsızlık durumuna göre değişmeyen bir gerçek vardır; bu gerçeğe “İlahi Adalet” denir. Bu sistem -asla teklemeksizin- işler ama bir şeyi de unutmamalısın, dengelerin yerine oturması için önceden belirlenmiş bir zaman dilimi yoktur. Örneğin; gözyaşlarının üzerinden yıllar geçtikten sonra ya da sen, tam da olayı tamamen unutunca… Bilemem… Bildiğim şudur ki her şey, olması gerektiği zamanda olur. Bu, sana göre geç gelmiş bir cevap olabilir ama aslına bakarsan ilahi adalet, saniye teklemez. O an olmasının tek sebebi; o zaman diliminin, senin için en hayırlı an olmasıdır. Belki de “Ben demiştim. Gördün mü, haklı çıktım! Bu cezayı hak ettin.” Diyerek, aslında egona yenik düşmen istenmemiştir. Dedim ya, her şey senin iyiliğin… İyi kalman için. İnan bana, kötü niyetli ya da duyarsız insanlar için egona yenilmene değmez. Onlar için “iyilik yolundan” çıkmana da hiç değmez. Boşver. Bırak. Önüne bak.
İyilik, iyiliği çağırır. Bunun tadını çıkar. Kötülük yapan, bunu kendine yaptığının farkında bile olamayacak kadar zavallıdır. Sen, kendini de paralasan ona “Her şey döner-dolaşır, ayağına takılır!”ı anlatamazsın. Anlayamaz çünkü ruhu, egosu tarafından işgal edilmiştir. Tek bildiği, egosuna hizmet etmek, onun emirlerini yerine getirmektir.
Şu korkunç manzaraya baksana! Lütfen, çık o resimden. Oraya hiç yakışmadın. Hak ettiğin aydınlığa çıkmak için neyi bekliyorsun?
Hatırla: İyiler, her zaman kazanır. Türk kahvesi şahanedir.
Şimdilik bu kadar yeter.
Kediler Hata Yapmaz
Affetmenin ne kadar mucizevi bir şey olduğunu, birkaç sene önce keşfetmiştim. Hissettiğim ilk şey, daha sakin nefes almak oldu. Sonra, omuzlarımdaki yükün hafiflediğini, daha dik durduğumu fark ettim. İşe, kendimi affetmekle başladım: Evet, bir sürü hata yapmıştım ama kabul edelim ki hatalar, insanlar için… Örneğin, bir kedi hata yapmaz. Kediler, sadece kendi hayatına bakar. Kimseyi/kendini üzmez. Bu kabulleniş, işleri daha da kolaylaştırdı çünkü kendi hatalarımdan sonra, sıra, diğerlerinin hatalarını affetmeye gelecekti. Tam bu sırada, ruhumla zihnimin arasında bağır-çağır konuşan biri devreye girdi. Egom… Nefsim… Bencil duygularım… Adını sen koy işte, bunun çok da önemi yok. (O değil de öyle yüksek sesle bağırıyordu ki aklın şaşar. “Hayır! Aptallaşma! Sen, ona ne kadar iyilik yaptıysan; o, sana o kadar kötülükle karşılık verdi. Affetmeyeceksin!”
O bağırdıkça sinirlendim… Sinirlendikçe nabzım arttı. Omuzlarım düştü ve işte yine başa dönmek üzereydim. Hayatımın golünü, kendi egoma attım! Affetme fiiline bir şans verdim. Beni üzen herkesi tek tek düşündüm. (Hayır, üşenmedim.) Yaptıklarını… Sebeplerini… Bahanelerini vs.
Sonra büyük resim daha da netleşti. Tüm bunların tek bir açıklaması olduğunu fark ettim: Hepsi insandı ve egolarına yenik düşmüşlerdi. Yazık… Bir an durumlarına üzüldüm ve hatta -şaka yapmıyorum- hepsinin ivedilikle kendine gelmesi için dua bile ettim.
Bu grubu ise üçe ayırdım:
- Hatalılar-1: Tamam, bana haksızlık yaptılar ama onları yine de seviyorum, affediyorum ve hepsi, halen hayatımdalar.
- Hatalılar-2: Tamam, haksızlık yaptılar ama bu, onlardan nefret etmemi gerektirmiyor. Affediyorum ama buna rağmen bu gruptan uzak durmaya karar veriyorum.
- Hatalılar-3: Tamam, bayağı büyük haksızlık yaptılar ama en azından bana da sağlam bir hayat dersi vermiş oldular. Artık daha dikkatli hareket edeceğime dair kendime söz veriyorum. Bu grubu, hayatımdan -tamamen- çıkarmak en iyisi. Affediyorum… Uğurluyorum… Konuyu kapatıyorum.
Sıra son şeye geldi: Derin… Çok derin bir nefes eşliğinde, neşeli bir “Oh!” çektim. Fazlasıyla keyifli hissettim, çok ciddiyim. Neden mi? Düşünsene, hayat denilen bu çılgın yolculuk sırasında beni yavaşlatan her şeyden ve herkesten kurtuldum. Yüklerimi hafiflettim. Enerjimi yeniledim.
Takdir edersin ki benim en büyük sunağım olan canım Türk kahvem hazır. Gidip kutlama yapmalıyım. Ben kahvemi içerken belki sen de bir mola verirsin ve seni üzen, yoran, yük olan herkesi bir güzel listelersin. Bir saniye! Listenin ilk sırasına kendini yazmayı unutmamalısın. Diğerleri biraz beklesin. Kendine bu iyiliği yap, bence bunu hak ediyorsun.
Şimdilik bu kadar yeter.