“Gökyüzü, hava, toprak…

Bu gürültüden bir cam gibi kırılmak üzere!”
“Lontano, Grange

Gözlerimin bu kadar iri ve buna karşın, ellerimin de oldukça küçük olmasının sebebini buldum.
Kahvemi alıp geliyorum… Bekle, lütfen.

Yoktan var edilme aşamasında, ilk sıranın ruhlara ayrıldığına inanıyorum. Ruhların genel ortalamasına göre bedenler yaratılıyor bence. Bu düşüncemi baz aldığımda, sıra bana gelince şöyle denildi muhtemelen: “Bunun gözleri iri olsun ki görüş açısı geniş, gördükleri daha derin olsun. Buna mukabil, elleri -ortalamadan- daha küçük boyutta olsun ve böylece saatlerce yazı yazmaktan yorulmasın.” (Öyle böyle tuhaf bir hayal dünyam yok, farkındayım.)

Pekâlâ. Ruhsal-fiziksel tanıtımımın ardından, sıra geldi asıl meseleye… Uzay teknolojisi mühendislerini geride bırakacak bir analiz yeteneğine sahip gözlerimin ve onları harekete geçiren kutsal beynimin son raporunu açıklıyorum:
Gerçek, sakindir! Aşk, nefret, iletişim, küslükler, sevgi ya da aklına gelecek her şey; ne kadar sakinse, o kadar gerçektir. Tüm hissettiklerinin, söylediklerinin ya da yaptıklarının sakinlik oranı, sana saf ve doğru ‘hakikat verisi’ni sunar. İstersen kendi deneyimlerini hatırlamaya çalış ya da hemen şimdi etrafına bir bak… İlk birkaç dakikada bile balonlarla karşılaşacaksın. Tabii haliyle ve her zaman olduğu gibi niyetim sana iddiamı kabullendirmek ve gururdan kabarmak değil. Şu an tek bir derdim var: Sana, gerçek ve olması gereken çıkış noktasını göstermek.

Canını sevdiğim, pek muhterem yol arkadaşım… Çıkış noktan, sakinlik. Evet. Salt sakinlikten bahsediyorum. Her ne yapacaksan, yap.. Değerli keyfin bilir elbette ama lütfen, sakin hareket et. Abartılı söylemlerden, bağrış-çağrış aşk iletilerinden, ciğerini patlatan kavga diyaloglarından, her anını yazmak ve paylaşmak zorunluluğundan uzak dur, lütfen. Dünya zaten yeterince gürültülü ve -seni temin ederim- bu gürültü, asıl ve en büyük düşmanımız. Herkes, ruhundaki her şeyi, yaşadığın her anı bilmek zorunda değil. Bunlardan ne kadar bahsedersen -inan bana- hepsinin değeri aynı oranda azalıyor.

Dışarıya bir bak. İster pencerenden, istersen bilgisayar ekranından bak.. Sanki kocaman bir uzay gemisindeyiz ve kâinat ne kadar sessiz ve sakinse, geminin içi o kadar gürültülü. Kimse, bir diğerini duymuyor. Kimse, diğerlerini dinlemiyor; herkes sesini duyurmak için bağırıyor ve son nokta: Kaos.
Bitmek bilmeyen, kulakları sağır edecek kadar gürültülü, karanlık bir karmaşa ortamı. Bu geminin içinde, insanların büyük çoğunluğu abartılı davranışlar sergiliyor: Sancılı ve şiddetli(?) aşklar, aşırı şiddet, bağırarak akıtılan gözyaşları… Sırf diğerleri duysun/görsün diye yapılan her şey! (Hah! Tam burada senin de gözlerin ‘Eveeeeeeeet!’ diye ışıldadı, valla hissettim.)

Aynı şeyi mi düşündük acaba? Hani “Kocişimle pazar kahvaltısı keyfi” diye bağıran, bu ulu ve kalpleri fetheden kahramanlığını -yaklaşık üç bin- yemek masası fotoğrafları ile taçlandıran ablamızın sahteliği…
“Sen vatan hainisin. Şuradaki eşcinsel. Tam sağ köşedeki beyaz bereli ise gerçek bir faşisttir!” diye celallenen ve çığlık ata ata ülkeyi kurtaran abimizin sahteliği…
“Ben gerçek bir hayvan severim, tamam mı? Bi’ kere yavru kedilere kıyamam.” diye yaptığı sevgi gösterilerini, yine -yaklaşık on bin- fotoğraf ile süsleyen ama bu fotoğrafların -ortalama bin tanesinde- gözümüze çarpan kürkünü gizleme gereği duymayan kızımızın şirinliği… Aman! Sahteliği diyecektim.

Eh.. gördüğün üzere, “Ortalara çıkıp insanların gözüne sokmaya çalıştığın her şey, en az senin ‘duyarlılığın’ ve hislerin kadar sahte” derken pek de haksız sayılmayız. (Şu andan itibaren, seninle bir ekip olduk. Tebrik ederim.)

Hadi arkadaşım… Sakin sakin gidelim buradan. Bu gemide daha fazla kalmak istemiyorum. Sen bavulunu toplayana kadar ben de birer kahve yapayım. Zaferimizi kutsamak için Türk kahvesinden daha iyi sunak düşünmüyorum.

Hep görüşelim.
Şimdilik bu kadar yeter.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir