
Bugün hava ne güzel, değil mi? Eminim bu hava sayesinde sen de harika hissediyorsundur. Evet, senden farklı değilim; güneşli havalara bayılıyorum! Neyse… Gelelim ziyaret sebebime: Buradayım çünkü hem bir konuda fikrini almak hem de birtakım hayallerimden bahsetmek üzere, sana yazmaya karar verdim. Müsait misin?
Şey… Konuya nasıl gireceğimi bir an bilemedim ama dur… Hallediyorum…
Aklına bazı tuhaf düşüncelerin üşüştüğü oluyor mu? N’olur olsun çünkü bu konuda yalnız olmadığımı bilmeye ihtiyacım var. Bana mutlaka hayallerinden ve aklına doluşan aykırı fikir ve düşüncelerden bahsetmelisin! Bu konuda anlaştığımızı var sayıyorum ve halihazırda şu an kalemi elime almışken -senin için sakıncası yoksa- kendi tuhaf düşüncelerimi seninle paylaşmak istiyorum.
Bana birkaç dakika izin vermelisin, kahvelerimizi hazırlayıp geliyorum.
Pekâlâ, yıllardır birlikteyiz ve beni artık sade Türk kahvemin yanında yuttuğum tuhaf ve karmaşık duygu, düşünce ve hayallerimle birlikte kabul etmenin mutluluğunu yaşıyorum. Bu nazik kabul edişlerin sayesinde sana, içimi rahatça açabiliyorum.
Hazır yeri gelmişken… İyi ki varsın.
Tamam, tamam. Duygusal devam etmeyeceğiz, söz. Sana, bir şey sormaya geldim: Sence hayvanlar, ağaçlar, toprak ve sebze-meyveler konuşsaydı, dünya nasıl bir yer olurdu? Bunu hiç düşündün mü bilmiyorum ama mesela ben, böyle bir dünyada kedilerin sürekli çemkirdiğini, çileklerin her daim dans ettiğini, pırasaların sürekli zıpladığını, kuşların hiç durmadan konuşup habire bir şey anlattığını, ağaçların, ibretlik hikayeler anlatıp durduğunu, toprağın ise yaptığı gerekli uyarılar sayesinde üzerinde gezenlerin dikkatli olmasını sağladığını ve böğürtlenlerin de hiç uyumadan şarkı söylediklerini hayal ederim.
Yine ben, yine benim NASA’yı kıskandıran beynim ve beynimin bana hediye ettiği uzay teknolojisinden bile havalı hayal dünyam. Evet ama bu sefer yalnız değilim! Dün akşam Cansu ile konuşurken (Cansu’yu, böğürtlene benzetirim) “Böğürtlenler konuşsaydı ne güzel olurdu, değil mi? Hep şarkı söylerlerdi.” dediğimde, gayet doğal bir şekilde “Evet yaa… Keşke böğürtlenler konuşsalardı, harika olurdu!” diyen Cansu, aslında farkında olmadan bana, bu mektubu yazmam için ilham oldu. Pekâlâ, bir ara Cansu’ya teşekkür edersin ama şimdi gelelim asıl meselemize:
Tamam, herkes oturup böğürtlenleri şarkı söylerken hayal etmesin; bu zaten imkânsız olurdu ama ne var yani, insanlar çoğunlukla neşeli, yumuşak, pofuduk, tatlı ve güler yüzlü olsalar ve hayatın, tek bir atışlık olduğunu, önemli olanın gerçekten “iyi” insan olmaya çalışıp dünyanın, doğanın ve kendinin dengesini bozmadan makul bir şekilde yaşamanın gerektiğini hep hatırlasalar? Bunun olması için kendine bir şans veren insanların, böğürtlenlerin şarkı söylediğini duyduğuna ya da güneşin sıcacık gülümsediğini gördüğüne dair yemin bile ederim ve o insanları gerçekten çok seviyorum çünkü işte bu insanlar sayesinde çilekler, kediler, ağaçlar -kısacası- insanların dışında kalan tüm dostlarımız, çok daha heyecanlı, mutlu ve huzur içinde yaşayıp gidiyorlar.
Huzursuzluk, mutsuzluk, kavgalar, bunalımlar, kötü hisler ve hırslı söylemlerden o kadar sıkıldım ki… Galiba bu sebeple etrafımda sürekli böğürtlene benzeyen insanlar istiyorum. Onlarla bulutların üzerinde piknik yapmak, denizin üstünde bisiklete binmek, toprağın altında kedi sevmek ya da ağaçların tepesinde uyumak istiyorum.
Efendim? Ha, affedersin… Yine hayallere daldım ve “gerçek” dünyaya dönmek zorundayım, değil mi? Tamam, burada bırakıyorum. Gidip bulaşıkları yıkayayım madem.
Yine görüşelim; seninle buluşmak, bana çok iyi geliyor.
Şimdilik bu kadar yeter, o halde.
Resimdeki böğürtlen benim 🙂
Sabahattin Ali, hayattaki hiçbir şeyin kafamızdakiler kadar harikulade olamayacağını söylemiş, doğru demiş galiba. Pufidik bulutların üzerinde piknik yapma fikrini sevdim.
Görüşmek dileğiyle.